Yükselen ve 1. ev

Aradığımız şey de bizi arar.   ~ Aziz Francis

Rahmin içinde bulunmak nasıl bir his olurdu düşünün biraz. Yaşam veren sularda ritimle süzülüyorsunuz – birey olmaya ya da ayrı bir kimlik olmaya dair hiçbir algı taşımıyorsunuz, vücut farkındalığınız yok, duygular ya da zihin diğer her şeyden soyutlanmış halde. İlkel bir cennete sersemlik içinde batmış şekilde, ortada yalnızca evrenin geri kalanı için duyumsadığınız bir birlik ya da teklik hali var. Evren siz ve siz evrensiniz.

Doğum, bizi tüm dramatikliğiyle bu bütünsellik okyanusundan büyük bir şok eşliğinde uzaklaştırır. Doğmak aslında “vücut edinmek” anlamına gelir ve benlik, eşsiz, ayrı bir birey olarak ilan edilir. Bu ana dayalı olarak da doğum haritası çizilmiş ve evlerdeki yolculuğumuz başlamış olur.

Birinci evin zirvesinde, Yükselen bize zodyak burcunun tam derecesini gösterir ki bu da tam doğum anında doğu ufkundan doğar. İçimize çektiğimiz ilk nefesle eş zamanlı olarak, Yükselen ve 1. ev bize bir döngünün başlangıcını duyurur. “Olmak” halinin giriş aşaması ya da ilk adımıdır bu.

An içinde doğan her şey o anın mizacını yansıtır. Yükselen burç gün yüzüne çıkar ve bu da bizlerin gizlendiğimiz, göze batmayan ortamımızdan, ana rahminin karanlığından yükselişimizle tam olarak aynı ana isabet eder. Diğer bir deyişle, Yükselen bizlerin ortaya çıkışıyla doğar ve onun mizacı bizim kim olduğumuzu ve hayatla nasıl tanıştığımızı yansıtır.

Yükselen burç, yaşamın bütünselliğinin parçası olan belli başlı bir “olma halinin” tam o anda doğan şey aracılığıyla bedenlenme arayışını ifade eder. Çünkü Yükselen, bireysel varlığımızın ilk ışığı ya da darbesidir. Ayrıca zihne kendisini oldukça derinden yerleştirerek “hayat böyledir” dedirtendir. Bizler hayatı, Yükselenin bulunduğu burcun hasletlerine ya da yakınındaki gezegenlere göre yorumluyoruz. Bu bizim yaşamı gözlemlediğimiz objektifimiz, hayattaki odağımız, dünyada açtığımız “parantezimiz”. Ve dünyayı böyle gördüğümüz için de, daimi olarak bu algımıza göre davranıyor ve tutum takınıyoruz. Dahası, hayat bu beklentilerimizi bize mecbur kılıyor ve kendi bakış açımızı bize geri yansıtıyor.

Bir dakika durup bu konsepti bir düşünüverelim. Dünyayı algılayışımız (objektifimiz) bizim gerçekliğini kanıtladığımız şey olacağı gibi aynı zamanda bize geri yansıyacak şey de olacaktır. Bizler farkında olarak ya da olmayarak durumlara ya da insanların tavırlarına ve eylemlerine yönelik belli başlı olası yorumlara tutunmayı “seçer”, (başka yorumları umursamadan) ve yaşam deneyimimizi, yönelimimizin olduğu şeye göre organize ederiz. Yükselen, doğumla birlikte sahip olduğumuz ilk hayat görüşü, bu ayıklama ve seçme süreciyle alakalı bir şeyi açıklar. Çünkü o fıtratta olan yaşam görüşünü yansıtır, bulunduğu burçla bizlerin varoluş algısına renk verir. Şayet kırmızı gözlükler takmışsak, dünya kırmızı görünür ve bizlerin davranışı da buna göre olur. Dünyayı mavi gördüğümüzde bambaşka davranabilirdik.

Örnekle, Yükselen burç Yay dersek, bolca heyecan verici seçeneklerin ve olasılıkların, keşfetmemiz ve büyümemiz için bizi davet ettiği bir dünya algılarız. Ama Yükselen Oğlak dediğimizde, dünyayı daha dar bir çerçeveden, korku, şüphe ve tereddüt ile görürüz. Aynı şartlar, Yay’ı daha da genişleme ve heyecan ile tetiklerken Oğlak’ı yılgınlık ve vehim ile doldurur. Yeni bir olasılık sunulduğunda Yay Yükseleni “Harika, ne zaman başlıyorum?!” diye haykıracaktır. Yükselen Oğlak’a aynı şey sunulduğunda ise o ürperecek, tembelliğe vurarak “Yapmam şart mı? Şartsa bileyim. Bunun için yeterli miyim ki? Çok ağır bir sorumluluk!” diyecektir.

Biz yükselen burcumuza göre “dünyamızın hayalini kurarız” ve sonra da bu hayali sahneye koyarız. Bu hem kendi kendimize kurduğumuz labirent, hem de bizi labirentten çıkaracak olan şeydir. Mesela, Koç yükseleni olanlar dünyayı hareketliliğin ve kararlılığın öncelik olduğu bir yer olarak yorumlarlar, sonra da kararlılıkla bunu eyleme koyarlar. İkizler yükseleni olanlar, ilim edinmeyi ve zekayı gerekli bulan ve bunlarla hayatlarını kurmaya çabalayanlardır. Yani buna göre, Yükselen burç hem arayışında olduğumuz şeydir hem de hayatın bizi arama şeklidir.

Yükselendeki burç ya da birinci evin zirvesine yakın olan herhangi bir gezegen, sıklıkla bireyin doğum anındaki deneyimini açıklamaktadır. Örneğin, Yükselendeki Satürn ya da Oğlak yükseleni, geciken, uzun süren ya da zor geçen doğumları işaret eder. Mars ya da Yay ise hayata balıklama dalar ve “dışarı çık ve işini gör” desturunu benimser gibidir. Yükseleni Plüto’da ya da Akrep’te gerçekleşen birçok doğum, yaşamla ölüm arasında mücadele içerir ve anne ya da bebek büyük tehlike atlatır. Ayrıca astrolojiyle ilgilenen regresyon ve yeniden doğum terapistleri de Yükselendeki burç ya da gezegenin doğum sürecini etkilediğini onaylamaktadır.

Dahası, Yükselen ve 1. ev, inisiyasyon arketipiyle olan ilişkimize işaret eder. Yükselen burç sadece doğum anını tanımlamakla kalmaz, o ayrıca yeni bir şeye başlamak zorunda kaldığımız her durumdaki doğuştan olan (içten gelen) beklentileri ve görüngüleri de ilgilendirir. Yükselen, yaşamın farklı süreçleri ya da veçhelerine girerken gösterdiğimiz tavır ya da üslubu belirler. Ne zaman doğuma benzer bir deneyim yaşasak, ne zaman yaşamın yeni bir alanıyla, yüzüyle ya da gelişim basamağıyla karşılaşsak, Yükselenin ve 1. evin mizacı uyanışa geçer. Her yeni başlangıç, önceki başlangıçların, benzer uyanışların mizacıyla uyumlu rezonans gösterir. Oğlak ya da Satürn yükseleni örneğin, tereddüte düşer ve kendini geri çeker ki bu sadece gerçek doğumunda değil, hayatının yeni gelen her fazında böyledir.

Hayatı karşılama tarzımız genellikle Yükselende ve 1. evde gösterilmiştir. Akla gelen betim yavru bir kuşun yumurtadan çıkış sahnesidir. Durumların yumurtasından çıkışımız çok farklı şekillerde olabilmektedir. Yengeç yükselenli bir kuş çıkması gerektiğini bilir, kabuğu kırar ama sonra yumurtanın daha güvenli olduğuna karar kılar. Boğa yükselenli kuş, ağır ağır çıkar ama süreci bir defa başlattı mı bunu kararlılıkla ve istikrarla sürdürür. Aslan yükselenli kuş, koşulların daha dramatik, asil ya da vakur bir girişe hazır olmasını bekler. Pratik olması adına, okur bunu diğer yükselen burçların yumurtadan çıkışlarına uyarlayabilir ya da deneyimin farklı fazlarındaki yaklaşımlarını irdeleyebilir.

Yükselen, bizim yumurtadan çıkış şeklimiz olabilir ancak büyüyünce olduğumuz şey Güneş burcudur. Diğer bir deyişle Yükselen, bizi Güneşe götüren yoldur. Örneğin, bir kadının Güneşi Koçta ve yükseleni de Başakta olsun, bu onun başlatmak, öncülük yapmak ve ilham vermek (Koç) gibi yeteneklerini keşfederken – enerjisini ölçülü tutmak, odaklı ve titiz olmak gibi- Başak hasletlerini geliştirmesi demektir. Güneşi Balık, yükseleni Terazi olan bir adam ise, başkalarına şifa ve hizmet verme (Balık) yolunu, birebir ilişkiler ya da sanatsal dışavurumlar (Terazi) aracılığıyla keşfedebilir. Yükselen, Güneşte çiçeklenir. Ya da Liz Greene’in deyimiyle, Güneş olduğumuz kahraman, Yükselen atılmamız gereken maceradır. Güneş, burada olma sebebimiz; Yükselen, ona ulaşma şeklimizdir.

1.evdeki burçlar ve gezegenler, kendimize has kimliğimizi fark etme sürecimizde en değerli fonksiyonları içerirler. Bunlar, olduğumuz kişiyi tam manasıyla çözmemiz için tamamlamamız gereken vazifelerdir. Bu hasletleri tam manasıyla fark etmemiş, deneyimlememiş ve geliştirmemişken kendimizi gerçekleştirmiş sayılamayız. Buna istinaden, burçlar ve gezegenler (hangi evde olurlarsa olsunlar) katlı mağazaların asansörüyle kıyaslanabilirler. Asansör bizi kadın ayakkabılarının olduğu ilk kata da bırakabilir, erkek giyiminin olduğu ikinci kata da bırakabilir ya da direkt en üst kattaki restorana da çıkabilir. Benzer olarak, Mars ya da Koç’ta örneğin, varlığının bir katında düşünmeden hareket eden ve gözü kara olabilirken, bir diğer katında cesur ve yiğit olabilir. Farkındalığımızı genişlettikçe, katlar arasında yükselmek ya da değişiklik yapabilmek mümkün olur. Katlarda yükselmek, haritadaki bütün yerleşmelerde deneyimli olmayı gerektirebilir ama bunu bilhassa 1. evin -kişisel keşif için hayati önemi olan alanın- enerjileriyle deneyimlemenin meyvesi çok daha fazladır.

3., 4. ve 10. evlerle beraber, 1. ev erken dönemlerin atmosferiyle ilgili bir şeye işaret eder. 1. evin yerleşimlerine yaşamın ilk yıllarında çok daha sık rastlarız. Mesela, Jüpiter orada ise, kişi doğumundan kısa bir süre sonra şehir değiştirebilir. Satürn ile, bebeklik döneminde bir çeşit zorlanma ya da kısıtlanma yaşanabilir. Birinci evin enerjilerine yaşamın çok erken zamanlarında tanıştırılmış ve uyandırılmış olmamız nedeniyle, orada ikamet eden gezegenlerin ve burçların arketipleriyle çok daha fazla özdeşleşiriz. Fidenın kabuğuna ufak bir çizik atın, sonra büyüsün ağaç olsun, üstünde koskoca bir yarık görürsünüz.

Diğer taraftan, 1. ev enerjileri bizim diğerleri üstünde bıraktığımız “ilk intiba” etkisini de açıklayabilmektedir. Örneğin orada Uranüs ya da Kova olmasıyla, ilk intibamızda yıkıcı ve değişim getirici gözükürüz. Plüto ya da Akrep olduğunda, doğumumuz çevremizdeki insanlarda büyük bir kriz ya da tutum değişikliği ile sonuçlanabilir. Nereye gidersek gidelim, oraya 1. evdeki burcumuzu ya da gezegenimizi götürürüz. Bu ev öncü ve ateşli burç Koç ve Mars gezegeniyle ilişkilendirilmiş olduğundan söylediğimiz şey o kadar da şaşırtıcı değildir. Genel olarak, 1. evde yerleşmiş hangi burç ya da gezegen ise, bir şekilde o noktada etkisi artar ve bir nevi volümu yükselir. Şayet 1. ev enerjileri kişide bariz değilse, o zaman haritadaki başka bir şey onun dışa vurumuna engel arz ediyor olabilir, bu blokaj mutlaka incelenmelidir.

Yükselen burcu hayatla karşılaşma şeklimiz üzerinde bu kadar büyük bir etkiye sahipken, bu burcun mizacı elbette bizim genel fiziki görünüşümüze ve çehremize de bir derecede yansır. Birçok astrolog, yükselen burçla ilişkilendirilen biçim ve görünüşe bakarak bilinmeyen doğum saatini doğrulamanın mümkün olduğunu iddia eder. Ancak, sadece bedensel görünüşü Yükselene atfetmek fazla basite indirgemek olur. Haritanın bütünü, tüm vücut üzerinde yaşar ve dışa vurulur, bundan dolayı doğum haritasındaki her faktör fizyonominin şekillenmesinde kendi payını alır.

Geoffrey Dean’in Natal Astroloji’deki Son Gelişmeler (Recent Advances in Natal Astrology) kitabı, haritadaki yerleşimler ile fiziksel görünüş arasındaki ilişki üzerine yapılmış bazı çalışmaları nakleder. Amerikalı astrolog Zipporah Dobyns yükselen yöneticisinin (1. evin zirvesindeki burcu yöneten gezegen) pozisyonunun bu hususta -yükselenin konumlandığı burca kıyasla- çok daha önemli olduğuna inanır. Alman astrolog Edith Wangemann, yükselen burcun; baş, alın ve kaş arasındaki kemikler ile bir ilintisi olduğunu belirtir.

Astroloji Öğrenmenin Tek Yolu (The Only Way to Learn Astrology) kitabının yazarları March ve Mcevers, kitaplarında ‘Dış Görünüşe Bakmak” başlığı altında ilgi çekici bir kısma yer vermişlerdir. Onlara göre mühim olan; Yükselendeki burç, gezegenler ve Yükselenin 8 ya da 9 derecesindeki 1. ve 12. evler ile yükselenin yöneticisinin yerleşimi, Güneş burcu ve MC’ye yakın olan gezegenlerdir.

Apaçık görüldüğü üzere, dış görünüşü haritayla ilişkilendirmek oldukça kompleks bir konu. Her şeye karşın şu da var ki, yükselensel işleri değerlendirirken birkaç faktörün göz önüne alınması şarttır: Yükselendeki burç; yönetici gezegen – burç, ev ve nitelikler; Yükselene yakın gezegenler; ve Yükselenin kendi nitelikleri.

Doğum anında, yaşamın sonsuz olasılıklarından bir tanesinin fiziken bedenlenmiş hali varoluşun hudutsuz rahminden yükselir. Bunun kulağa güzel gelmesi bir yana, bizler aslında ayrı ve bireysel varlıklar olma algısıyla doğmamışızdır; bizler ne evrensel ruhun bir tezahürü olduğumuzun farkındalığıyla buradayızdır ne de bazılarının deyişiyle Tanrı’nın birçok yüzünden sadece biri olduğumuzun bilgisiyle… Ancak, eğer Yükselen burç ve 1. evdeki gezegenler hususunda gelişirsek sadece eşsiz bireyler olduğumuzun farkına varmakla kalmayız, parçası olduğumuz bu büyük varoluşla olan ilişkimizde de bilinç kazanırız.

The Twelve Houses, Howard Sasportas

Çeviren: Serkan Önder

Kategoriler

Astroloji Dergisi 

Son Makaleler

Youtube Kanalımız
Tags: , , , ,

Benzer Makaleler

Menü